Teknolojik gelişmeler, bilginin hızlı yayılımı hayatımızı oldukça kolaylaştırıyor evet… Peki bizden neleri götürüyor?
Kapitalist sistemin varlığını devam ettirebilme başarısının bir ayağı da tüketimi alışkanlık haline getirmek. Reklam-pazarlama (özellikle sosyal medya yoluyla) aracılığıyla tüketim alışkanlığını sürekli hale getirmeyi başaran sistem, araçlarını da çok iyi kullanmayı bildi.
Somut araçların yanında çok daha önemli bir şeyi başardı: Rıza inşası!
Bu, zorlamayı içermeyen bütün yöntemleri kapsar: Israr (sürekli talep etme), manipülasyon (rahatlatıcı yalan söyleme), duygusal tehditler (rıza verilmezse başkalarına gitme tehdidi), ikna süreçleri (hediyeler, maddi destek ve ikram), duygusal baskı (kişiye kendini suçlu hissettirme) vb.
Öte yandan bireyler yalnızlaştırılıp, mutsuzlaştırılarak, boşluklar yaratıldı! Bu boşlukları da kendi yararına kullanmayı bildi.
Mutsuzlaştırılan bireylere mutluluk formülleri üretildi: Kısa yoldan zengin ol; daha çekici bir kadın-daha başarılı (kariyer sahibi) bir erkek ol. Daha iyi giyin, iyi yerlerde ye-iç. Vücudunu pazarlamaktan çekinme. (Bu estetik- estetize adı altında sunuldu.)
En geçerli formül ‘Tüket’ oldu.
İhtiyacımız olmayan şeyler, ihtiyacımızmış gibi sunuldu. Moda adı altında piyasaya sürekli yeni modeller sürüldü. Anlık mutluluklar yaratabilmek için gerekirse kredi kartları bile patladı.
Dil de çok iyi kullanıldı. Örneğin adı eskiden başka bir şey olan meslek şimdi ‘influencer’ gibi çeşitli adlar aldı.
Gerçekler, ifadelerin yumuşatılmasıyla ve manipüle edilmesiyle çarpıtıldı; sözüm ona estetize edildi.
Bit gibi türeyen influencer’lar da bu sistemin en iyi araçlarından biri oldu.
Tükettikçe mutlu olduk ama gelir gideri karşılayamayınca, tükettikçe mutsuz olmaya başladık. Mutsuz oldukça daha çok tükettik.
Düşünmek, yaratmak, fikir üretmek yerine ‘herkes gibi’ olduk.
Taklit ettik, tektipleştirildik…
‘Konforlu alan’ın huzuru, özgünlüğün çok çok önüne geçti.
****
Tüketim kültürünün insanda yarattığı değişim ve etkiler, çok farklı bir tarzla Bursa’da sahneye taşındı.
Portuguese Republic-Ministry of Culture Directorate-General of Arts; Camões Institute ve Embassy of Portugal in Turkey tarafından desteklenen bu proje EIRA ve Çıplak Ayaklar Kumpanyası işbirliği ile hayata geçti.
Bir düş ülke Çıplak Ayaklar Kumpanyası, 2003 yılında İstanbul Beyoğlu’nda kuruldu. Çoğunlukla çağdaş dans temelli dansçılardan oluşan kumpanya ilk gösterilerine Why, İnçu, Çima, Neden… ile başladı. Daha sonra üretimlerine Mehmet Barış’ı Seviyor, Engin-ar, Şehirde, Ters Okyanus, Kontrol, Sen Balık Değilsin Ki, Kız Doğdu, Tüh!, Hayat Ağacı, Gomidas’la Yolculuk, Hiçbir Şey Yerinde Değil, Gölge Veri, Taşıdıklarımız gibi eserlerle devam ettirdi.
Tayyare Kültür Merkezi’nde izlediğimiz oyun oldukça sıra dışı ve düşündürücüydü.
Fazlalıklarımızın ne kadar olduğunun farkında mıyız?
Ya sırtımızda taşıdığımız yüklerin?
Neden yaptığımızı bile bilmeden tekrarladığımız hareketler/davranışların bizi bir kurt gibi kemirişinin (ki çoğu zaman bunu anlamıyoruz bile), sadece beden diliyle anlatıldığı oyun takdire şayandı.
Çıplak Ayaklar Kumpanyası'ndan Yasin Gültepe, Defne Gül, dansçılar Leyla Postalcıoğlu, Mihran Tomasyan ve müzisyen Berke Can Özcan'ın bir araya geldiği yaratıcı ekibi fırsatınız olduğunda izlemenizi tavsiye ederim.
Yalnız oldukça sabır gerekiyor. Hatırlatmadan geçemedim…