Obezite ve diyabette az bilinenler…

Yazının Giriş Tarihi: 13.09.2022 06:00
Yazının Güncellenme Tarihi: 12.09.2022 23:28

‘EN BÜYÜK HATAMIZ  BEYAZ EKMEK TÜKETMEK’

  Konur Hastanesi Dahiliye Uzmanı Dr. Cemal Nuri Gürbüz’le çağımızın hastalığı obezite ve  diyabet üzerine söyleşi gerçekleştirdik. Çok önemli noktalara değinen Gürbüz, Türkiye olarak sağlıksız beslenme noktasında en büyük hatamızın beyaz ekmek tüketmek olduğunun altını çizdi.

Konur Hastanesi Dahiliye Uzmanı Dr. Cemal Nuri Gürbüz’le gerçekleştirdiğimiz söyleşide obezite ve diyabeti, bu hastalıkların Türkiye’de ne sıklıkta görüldüğünü, bu hastalığın artmasına neden olan faktörleri konuştuk.

-Sizin obezite, insülin direnci ve diyabet konularına özel bir önem verdiğinizi biliyoruz. Sayılarla ortaya koyarsak bu konuda Türkiye’de durum nedir?

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de obezite çok yaygın bir hastalık. ''Obezite salgını'' diye bir tanımlama kullansak doğru olur aslında. İstanbul Üniversitesi, Sağlık Bakanlığı, Türkiye İstatistik kurumu ve Dünya Sağlık Örgütü'nün birlikte gerçekleştirdiği ve kısa adı TURDEB olan geniş çaplı iki ulusal çalışma bize obezite, gizli şeker, şeker hastalığı ve hipertansiyon konusunda çok önemli bilgiler veriyor. Bu çalışmaların ilki (TURDEP 1) 1997 ile 1998 yılları arasında, ikincisi (TUDEP 2) ise 2010 yapılmış. Arada sadece 12 yıl olmasına rağmen obezite, gizli şeker ve şeker hastalığı ile ilgili verilerin hızla artmış olması çok dikkat çekici. Obezite vücut kitle indeksi adı verilen bir formülle hesaplanıyor. Vücut ağırlığı / Boy X Boy şeklinde bir formül. Örneğin boyu 1 60, kilosu 80 olan bir kişinin vücut kitle indeksi 80 / 1,6 X 1,6 = 31'dir. Bu formüle göre vücut kitle indeksi 20 ile 24,9 arasında olanlar normal, 25 ile 29,9 olanlar fazla kilolu, 30 ile 39,9 arasında olanlar obez, 40 ve üstünde olanlar morbid obez olarak kabul edilir. Örneğimizdeki kişi obez olarak kabul edilir.

TURDEP çalışmalarından elde edilen verilere göre, Türkiye'de obezite görülme sıklığı ilk çalışmada yüzde 22,3 iken ikinci çalışmada yüzde 31,2'ye yükselmiştir. Diyabet oranı ilk çalışmada yüzde 7,7 iken ikinci çalışmada yüzde 13.7 ye yükselmiş. Gizli şeker oranı ilk çalışmada yüzde 6.7 iken ikinci çalışmada yüzde 30.4’e çıkmış. Hipertansiyon oranı her iki çalışmada da yüzde 30 bulunmuştur.

Gerek kendi gözlemlerim, gerekse meslektaşlarımın gözlemlerine dayanarak söyleyebilirim ki, bu sağlık sorunlarındaki artış aynı hızda devam ediyor olabilir. Bu durumda muhtemeldir ki, en iyimser tahminle her dört kişiden biri diyabetik, her iki kişiden biri obez olabilir. Yaş arttıkça bu oranlar daha da yükselir.

Obezite, diyabet ve hipertansiyon birlikteliği ise çok daha ciddi sağlık sorunlarına yol açar. İşte tam burada “metabolik sendrom” denilen kavramdan da söz etmek gerekir.

-Nedir hocam metabolik sendrom? Tanısı nasıl konur?

Metabolik sendrom kalp damar hastalıkları riskini artıran ciddi bir sağlık sorunudur. Önce bu sendromu oluşturan bileşenlerden bahsedeyim, sonra da bu tanının nasıl konduğunu söyleyeyim. Açlık kan şekerinin 100 mg. veya 100’ün üstünde olması. Tansiyonun 130 / 85 veya üstünde olması. Trigliserit düzeyinin 150 mg ya da üstünde, HDL kolesterolün erkeklerde 40 mg’ın, kadınlarda 50 mg’ın altında olması. Bel çevresinin kadınlarda 80 cm ve üstünde, erkeklerde 94 cm ve üstünde olması. Bel çevresi genişliği metabolik sendromun değişmeyen bileşenidir. Diğer bileşenlerden en az ikisi daha varsa o kişide metabolik sendrom var demektir.

Sağlıklı kişilerle kıyaslandığında metabolik sendrom tanısı konan hastaların kalp krizi veya felç riski iki katı, tüm nedenlerden ölüm riski ise bir buçuk katıdır. Kısaca özetlemek gerekirse hafif göbeği olan, tansiyonu, trigliseriti biraz yüksek, HDL değeri düşük olan kişinin kalp krizi ve felç bakımından yüksek risk altında olduğunu söyleyebilirim.

-Peki kişi ne oluyor da şeker hastası oluyor?

Karbonhidratlar mideden geçip oniki parmak bağırsağına geldiğinde burada işlemden geçer, glukoz yani şeker oluşur. Şeker ince bağırsaklara geldiğinde oradan kana geçer. Vücudun enerji ihtiyacı şekerle karşılanır.

Şekerin hücrelere girebilmesi için insülin hormonuna ihtiyaç var. O yüzden de kana şeker geçtiği zaman pankreastan insülin hormonu üretilir. İnsülin hormonuyla şeker molekülü bir araya gelir ve hücrelerin zarında bulunan alıcılardan şekerin hücreye girmesi sağlanır. Yani insülin hormonu, şekerin hücre içine girmesini sağlar. Sağlıklı bir yaşam tarzı sürdürülüyorsa bu olay yaşam boyunca sorunsuz devam edebilir. Fakat yaşam tarzı hatalarının varlığında, örneğin hatalı beslenme söz konusuysa düzen bozulmaya başlar.

-Yanlış beslenmeden ne anlamalıyız? Hangi gıdalardan uzak durmamız gerekir örneğin?

Hatalı beslenme dendiğinde aşırı karbonhidratlı, trans yağ ve tuz içeriği yüksek, lif içeriği yok denecek kadar az yani aşırı işlem görmüş ve çoğunlukla paketlenmiş gıdaların tüketilmesi akla gelmelidir. Beyaz undan üretilmiş besinler, kısacası hamur işi tarzı beslenme, şekerli besinler, şekerli içecekler, aşırı meyve tüketilmesi, abur cubur tarzı beslenme ciddi sağlık sorunlarının artışındaki en önemli etkenler arasındadır. Bu besinler şekerin hızlıca kana geçmesine ve aşırı insülin üretilmesine neden olurlar.

Hatalı yaşam tarzı dendiğinde hareketsizliği de hemen ilk sıralarda hatırlamalıyız. En yakın yere bile araçla gitmek, yürümeye üşenmek, saatlerce oturmak, spor yapmamak sağlık için en ciddi risklerden biridir.

Gerek hatalı beslenme gerekse hareketsizlik nedeniyle, kana bolca geçen ve harcanamayan şeker yağa dönüşerek karaciğer dahil iç organların çevresinde ve zamanla bel çevresinde birikmeye başlar. Obezite gerçeği başlamıştır artık.

Vücutta artmış olan bu yağ dokusu karaciğer, kas ve yağ hücrelerinde bulunan insülin alıcılarının bozulmasına yani dolayısıyla pankreastan salgılanan insüline karşı direnç oluşmasına, sonuç olarak insülin direnci adı verilen bir soruna yol açar.

Pankreas bu sorunu aşmak için gitgide daha fazla insülin üretmek zorunda kalır. Kanda bol miktarda bulunan insülin, vücutta yağlanmanın daha da artmasına neden olur. Artan yağ dokusu insülin direncini arttırır. Sonuç tam bir kısır döngüdür.

İnsülin direncinin başlangıç yıllarında problem derinden derinden ilerlemeye devam ederken, aşırı insülin üretimi sayesinde kan şekeri normal sınırlarda tutulabilir. Bu dönemde kan şekerini ölçtürenler şeker 100'den düşük bulunduğu için kendilerini sapasağlam görebilir.

Kısır döngü sürüp giderken bir süre sonra özellikle yemeklerden sonra salgılanan aşırı miktardaki insülin, şekerin hücre içine gereğinden de fazla sokulmasına, yani kan şekerinin düşmesine yol açar. Bu dönemde yemeklerden sonra, özellikle ağır yemeklerden sonra uyku basması, terleme, çarpıntı, baş ağrısı, şekerli bir şeyler atıştırma ihtiyacı gibi çok bilinen tablo ile karşılaşılır. Hipoglisemi ( şeker düşmesi ) adı verilen bu tablo bir şeylerin yolunda gitmediğinin çok açık belirtisidir.

Zamanla insülin direnci o kadar artar ki, pankreasın fazla mesai yapması işe yaramaz, şeker gereği kadar hücre içine sokulamaz. O zamana kadar zar zor normal sınırlarda tutulabilen şeker hafiften yükselmeye başlar. Şeker hastalığı tanısı konacak kadar değil ama normalden yüksek şeker düzeyine ulaşılır. Gizli şeker adı verilen bu dönemde açlık kan şekeri 100 ile 125 mg. arasında, HbA1c değeri 5,7'den yüksek ama 6,5'tan düşük, tokluk şekeri ise 140 ile 199 mg arasındadır. Gizli şeker döneminde iken de kalp krizi ve felç riski artar.

Zamanla sorun daha da ilerler. Açlık kan şekeri 126 mg. ve üzeri, HbA1c değeri 6,5 ve üzeri veya tokluk kan şekeri 200 mg ve üzeri olduğunda, bunlardan sadece biri bile olsa, şeker hastalığı tanısı konur. Daha çok yetikinlerde görülen bu şeker hastalığına tip 2 şeker hastalığı diyoruz.

-Peki, Tip 2 şeker hastalığı gençlerde de görülüyor mu?

Son yıllarda artık daha genç yaşlarda da obezite, gizli şeker hatta şeker hastalığı görüyoruz. Sebep aynı. Aşırı ve hatalı beslenme ile hareketsizlik bunun temel sebebi. Özellikle cep telefonları, tablet, bilgisayar gibi elektronik aletler, gerçek dünyadan kopup sanal dünyalarda yaşayan, oyun nedir bilmeyen, bilse de buna imkan bulamayan ve sürekli atıştıran çocuklar çok erken yaşlarda kronik hastalık riskiyle karşılaşabilmekte.

-Obezite ve diyabet hastalığında genetiğin rolü nedir?

Genetiğin de rolü var ama birinci sırada değil. Çünkü insan genetiği o kadar hızlı değişim göstermiyor. Bu konuya dair bir örnek vereyim. İnsanlar günümüzden 10 bin yıl önce tarım toplumuna geçip tahıl üretmeye ve tüketmeye başladılar. Böylece insan vücudu glüten adı verilen bir proteinle tanıştı. İnsan vücudu yabancı olarak kabul ettiği bu proteine uyum göstermedi, savaşmaya devam ediyor. Gluten aşırı duyarlığı, Çölyak hastalığı ve muhtemelen bağışıklık sisteminin başka bazı hastalıklarının altında yatan önemli bir etken bu protein olabilir.

Obezite ve diyabet son 20-30 yılda hızla arttığına göre bu artışı genetik değişiklikle izah edemeyiz. Zira bu kadar kısa bir zamanda genetiğin değişmesi söz konusu olamaz.

-Başka hangi nedenler obeziteye neden olabilir?

Depresyon obezite riskini artırabilir. Bazı depresyon ilaçları da kilo artışına neden olabilir. Uzun süreli kortizon kullanımı kilo artışına neden olabilir. Tiroid tembelliği kilo artışına neden olabilir. Vardiyalı çalışma ve uyku bozuklukları kilo artışına neden olabilir. Genç kadınlarda görülen polikistik over hastalığında da kilo artışı olabilir.

Tüm bu nedenler obezite oluşmasına katkı yapabilirse de yaşam tarzı değişikliği yani doğru beslenme ve düzenli egzersiz alışkanlığına sahip olmak kilo artışının sınırlı kalmasını sağlayabilir.

Özet olarak belirtmek isterim ki, torbalar dolusu ilaç kullanmaktan korunmanın en iyi çaresi doğru bir yaşam tarzını benimsemektir.

Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
logo
Yeni Dönem Gazetesi En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.