61’inci Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Film, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülünü alan ‘Mukadderat’, bu hafta vizyona girdi.
Ödül törenindeki, “Kadınlardan, çocuklardan ve ağaçlardan elinizi çekin” şeklindeki konuşmasıyla dikkat çeken ve ödülünü Yılmaz Güney için aldığını ifade eden Nur Sürer, “45 yıllık oyunculuk hayatımda bana dokunan bütün yönetmenlere teşekkür ederim. Çoğunlukla değersizleştirilmek istenen ve Paris’te yaşamını yitiren ustamız Yılmaz Güney için alıyorum” mesajını vermişti.
Ayşe filmindeki performansı ile Nur Sürer’le aynı dalda ödülü almaya hak kazanan Binnur Kaya da törendeki konuşmasında kadın haklarına dikkat çekmişti: "Şimdi konuşmak değil eyleme geçme zamanı. İstanbul Sözleşmesi Yaşatır."
Ödül töreninde yaşananlar kadar, iki usta oyuncunun törende verdiği bu mesajlar, sanatın daha yaşanabilir bir hayata yaptığı katkı açısından oldukça önem taşıyor.
Türkiye’nin kanayan bir yarası olan ve sistemin içinde bazı şeylerin değişmediği sürece hiçbir zaman son bulmayacak olan kadın cinayetlerinin, sanatın diliyle topluma aktarılması, farkındalık oluşturması açısından çok kıymetli…
Her iki film de kadın temasını ele alırken, izlediğim için şimdilik ‘Mukadderat’ filmine değineceğim. Nadim Güçlü’nün yönetmen koltuğunda oturduğu filmde Nur Sürer’e Aslıhan Gürbüz ve Osman Sonant eşlik ediyor. Osman Sonant da Altın Portakal’da En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü almayı başardı.
Kastamonu’nun şirin mi şirin ama bir o kadar da ataerkil zihniyetin güçlü olduğu bir kasaba… Kadınların böyle dar bir alanda zincirlerini nasıl kırdığını, haklarını nasıl söke söke aldığını, biraz komedi dilinde anlatan filmde her kadın kendinden bir şey buluyor. “Ben de istersem her şeyi yapabilirim” diyor.
Eşini bir gece ansızın kaybeden Sultan, cenazenin kaldırıldığı ertesi gün, çocuklarına yalnız yaşamak istemediğini ve evlenmek istediğini söyler. Elbette çok sert bir tepkiyle karşılaşır… “Elalem ne der?”
Sık sık bu, “Elalem ne der? söyleminin eleştirildiği hikâyede, bireylerin, özellikle kadınların hiçbir kararını toplumdan bağımsız alamayacağı, isteklerini yerine getirmeye çalışırken, toplumun ‘değerlerine!’ aykırı davrandığında ne gibi yaptırımlarla karşılaşacağı çok çarpıcı bir dille aktarılır. Filmi bu kadar başarılı yapansa, bir kıvılcım çakıldığında kadınların örgütlenip, çalışma hayatının içinde her şekilde var olabileceklerini, bir birey olarak kendilerini toplumda güçlü bir şekilde var edebilecekleri gerçeğini hikâyeye yerleştirebilmesidir.
Filmi başarılı yapan bir diğer tema ise, erkeksiz kendini boşlukta ve yalnız hisseden, hiçbir şey yapamayacağına inanan bir kadının (Sultan), yine bir erkek tarafından bu algısının yıkılmasıdır.
Kadın sorunu dediğimiz şey aslında tam bir erkek sorunu. Erkek zihniyetinin ortaya çıkardığı sorunların ‘kadın sorunu’ olarak toplumda kabul görmüş olması da ayrı olarak üzerinde düşünülmesi ve düzeltilmesi gereken bir ‘söylem sorunu’. “Her şey önce dilde başlar” gerçeğinden yola çıkacak olursak, kadın sorunu dediğimiz ama aslında erkeğin bir sorunu olan bu sorunlar yumağını, önce dilde çözmemiz gerekiyor.
Filmin bir sahnesinde geçen “Yaş 70, iş bitmiş”, “Kadın başına” söylemleri de buna örnektir.
‘Dil’i düzeltmeden, bu sorunlara çözüm bulmak da pek mümkün değil.
Ve en önemlisi, bu sorunları çözerken kadının değil öncelikle erkeğin kendini düzeltmesi gerekiyor. Ve kadınların bu haklı mücadelesinde, gerektiği yerde, erkeklerin de kadınlara yol göstermesi, cesaretlendirmesi gerekiyor.
Filmin hala vizyonda olduğunu ve izlediğinizde bambaşka bir bakış açısıyla o salondan çıkacağınızı söylemek isterim.
İyi seyirler…