Bir 8 Mart Dünya Kadınlar Günü daha geldi çattı. Böyle olacağına hiç gelmese keşke…
Birçok kuruluş, hem yazılı hem görsel hem de çeşitli programlarla etkinlikler hazırladı, hazırlıyor… Birçok yazarımız da haliyle bugünü kaleme aldı. Tıpkı benim yaptığım gibi… Ama ben daha farklı bir yerinden tutacağım olayı.
Bir kere 8 Mart’ın tarihsel bir anlamı var. Durduk yere ortaya çıkmış bir gün değil. (Tarihine uzun uzun değinmeden), haklarını alabilmek için başkaldıran ve bu yüzden vahşice katledilen kadınlarımızın mirasıdır bize bu gün. Öncelikle bunu doğru bir şekilde bilince çıkarmamız gerekiyor.
8 Mart’ın içinin boşaltıldığını, deforme edildiğini, satış-pazarlamanın bir aracı haline getirildiğini belirtmek isterim.
Kurum-kuruluşlar, yazarlar (özellikle erkek yazarlar) vs. bu gün için yine o çok bilindik, alışagelmiş, artık ezbere ettiğimiz sözleri yazıp çiziyor.
(Kadınlar güldür, papatyadır, başımızın tacıdır, bizim olduğumuz her yerde onlar da var olmalıdır, annedir kutsaldır, çocukları onlar yetiştirip büyütür, kadına şiddet çok kötüdür…)
Bla bla…
Bırakın artık bu sahte aşk sözcülerini… Karnımız olabildiğince tok.
‘Şiddet’ denilen olguyu sadece ‘fiziksel’ olarak algılayan, kadınlığı sürekli ‘kutsal annelik’le eş tutan eline bir fırsat geçtiğinde eve kapatmaktan imtina etmeyen erkeklere inanmıyoruz.
Kadının başarılarını içten içe hiçbir zaman sindiremeyen, ‘o müthiş erkek egosu’ hemencecik zedelenen, ilk fırsatta kadın üzerinde gücünü göstermekten (burada lütfen yine sadece fiziksel şiddeti anlamayın) geri kalmayan; bunu da bir marifet gibi gören erkeklerimiz…
Bizler 8 Mart çiçekleri-hediyeleri alırken, hala bir yerlerde bazı kadınlar fiziksel-psikolojik şiddete maruz kalıyor. Bu baskı altında hayatta kalma savaşı veriyor. Ve bazıları bu hayattan koparılıyor.
Bizlere sırf romantiklik olsun diye ‘çiçeksiniz’ diyen erkek, o çiçekleri toprağından hunharca koparıp paramparça ediyor.
Her 8 Mart’ta kadınlara değer veriyor-muş gibi yapmayın artık.
Zaman çoğu şeyi yeterince idrak etmemizi sağladı çünkü.
Nasılsa 8 Mart 00.01’den sonra her şey balkabağına dönüşecek!
Beklentimiz kadınlara daha nazik, özel bir davranış biçimi değil, yalnızca insan onuruna yakışır bir davranış modeli geliştirmeniz.
‘Kadınlara pozitif ayrımcılık’ dediğimiz şey de yine kadının korunması, kollanması gereken bir cins olduğu fikrinden ileri geliyor.
Korunacak duruma getirmeseydik kadını, pozitif ayrımcılık dediğimiz kavram da ortaya çıkmayacaktı.
Yakılan, bir varilde üstüne beton dökülen Pınar Gültekin’i de,
13 yerinden bıçaklanarak öldürülen Sevilay Karlı’yı da,
Bir minibüste tecavüz girişimine direnirken öldürülen, yakılan Özgecan Aslan’ı da,
Testereyle uzuvları parçalanan Münevver Karabulut’u da
Emine Bulut’u da,
Şule Çet’i de,
Hayatta kalan ama erkek travmasını hala üzerinden atamayanları da…
(Ve maalesef çok çok daha fazlası…)
Unutmadık…
Unutmayacağız…
Bu utanç verici liste, siz erkeklerin, erkek zihniyetini yeniden üreten herkesin eseridir!