Nisan ayına boykotla başladık ve dedik ki Türkiye’de boykotlar tutmaz. Elde edilen verilere göre o gün tüketim 28 milyar TL olarak gerçekleşmiş diğer günlerin tam 2 katı. Yine boykot edilen kanal yayınladığı maçta yüzde 46 küsurluk izlenme payı almış. Veriler birçok yerde paylaşıldı, üzerine çokça da yorum yapıldı.
Öncesinde boykotun tutmayacağını dile getirip, üstüne üstlük İsrail’in işlediği insanlık suçlarına tepki olarak uygulanmaya çalışılan boykotun da tutmadığını ve tutmayacağını da belirttik.
Ülkemizde hemen hemen herkes politize olmuş durumda ve bunun da ötesinde bu alanda kendilerini üst bilinç düzeyinde gördükleri için yapılan her yoruma bir itiraz ya da altında ‘sinsi’ bir sebep aramaya bir hayli teşne oluyorlar.
Yapılmaya çalışılan ve çuvallayan boykotların sahiplenicilerine boykotların tutmayacağını söylediğimizde de, ‘tutmadı’ dediğimizde de altında siyasi bir bit yeniği aradılar. Oysaki bilim, elde edilen verilere göre hareket eder ve tarihten günümüze boykotların tutması için bazı kriterler var.
Malum gündem hızlı ilerliyor ve olaylar üzerine düşünülmeden, irdelenmeden hızlıca hayatımızdan çıkıp gidiyor. Boykot gitti, bizlerde “etkili oldu olmadı” tartışması kaldı. Düşünün öyle kısır bir tartışma…Oysaki boykotların başarılı olabilmesi için çok ciddi bir politik motivasyona ihtiyaç var.
Bu açıdan bakıldığında ne 2 Nisan’daki ne de İsrail’e yönelik boykot başarılı olmaktan çok uzakta. Şüphesiz ki bu boykotların hararetli savunucuları için sembolik bir önemi vardır. Zaten onlarda bu sembolik duruşla teselli buluyor.
Geçen yazımda geçmişte yapılan İtalyan boykotunu örnek göstermiştim. Çok sevdiğim bir dostum o günlerde bir İtalyan markasının büyük bir indirimle piyasaya girdiğini ve büyük bir satış yakaladığını söyledi. O dönem tüm ülke kamuoyunun üzerinde hemfikir olduğu bir konuda bile boykot başarılı olamıyorsa şimdiki gibi bir kesimin desteklemediği bu iki boykotun da varın başarı şansını siz hesap edin.
FES BOYKOTU
Kısa bir baktığımızda ve ‘acep bu boykot da ne ola ki?’ diye sorduğumuzda Türkiye’de ilk boykotun 1908 yılında Bosna’yı ilhak etmesi sonrasında Avusturya mallarına yapıldığını görüyoruz. Hem de bugün Osmanlıcılığın sembolü yapılmak istenen ve bazı şovmenlerin sakil şekilde dolaştığı fesin boykot edildiğini görüyoruz.
Zira o zamanlar fes Avusturya’dan ithal bir ürün. Bu arada koskoca Osmanlı medeniyetinin cahilce fese indirgenmesi fesin sembol olması da ayrıca garabet. Ancak o zaman boykot geniş halk kitleleri tarafından uygulanıyor ve Avusturya Bosna’dan çıkmasa bile tazminat ödemeyi kabul ediyor.
Zaman zaman sertçe eleştirdiğimiz ve eksik bulduğumuz ihracatçılarımızın da eldeki imkanlar dahilinde festen en basit alet edevata kadar ithale muhtaç bir ülkeyi ihracat odaklı bir ülkeye doğru yönlendirdiğini gözden kaçırmamak lazım.
Bugün tüketim günü haline gelen 8 Mart Kadınlar Günü ve 1 Mayıs İşçi Bayramı da aslında dünya tarihinde önemli boykot örnekleri. Yazı içinde ister istemez sıklıkla kullandığım ‘boykot’ kelimesi de bir kitle hareketi olarak 19. yüzyılın sonunda İrlanda'da ortaya çıkıyor. İrlanda'da yükselmekte olan köylü hareketi, toprak yöneticisi Yüzbaşı Charles Boycott ile ilişkilerini kesiyor ve bu hareketin adı boykot olarak kalıyor.
***
SARI SAÇLIM TARİFE KOZUNU OYNADI
Göreve geldiği andan itibaren öngörülemez çıkışlarıyla, yurt dünya haberlerinde eski İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad ve müteveffa Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chaves tadı bırakan ABD Başkanı Donald Trump, ilan ettiği gümrük tarifeleriyle tekrar gündemde. Sarı saçlım kod adını verdiğim Trump bu kararıyla ekonomik savaşın fitilini ateşlerken galiba silahı geri tepti ve ABD resesyon tehlikesi sonrası borsalarında sert bir düşüş yaşadı.
Her ülkeye ‘evrensel’ şekilde yüzde 10 ek tarifeye ek olarak özellikle ABD ile dış ticaret fazlası veren ülkelere yüzde 80’leri bulan ek tarifeler ilan edildi. Türkiye listede yüzde 10’luk dilimde yer alıyor. Hiç şüphesiz ki bu bizim avantajımıza olabilir. Ana ihracat coğrafyamız olan AB’de işler karışıkken Türkiye olarak üretimlerimizi Amerikan tercihlerine göre uyarlarsak avantajı yakalayabiliriz.
Bu konuyla ilgili olarak görüştüğümüz Bursa’nın yetiştiği önemli ekonomistlerden Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç Dr. Filiz Eryılmaz’ın fikirlerinden istifade ettim. Kendisi tüm gelişmeleri yakından takip eden ve berrak bir şekilde anlatabilen birisi. Zaten ulusal birçok yayına sıklıkla katılarak ekonomik gelişmeleri gayet anlaşılır şekilde anlatıyor.