Şu sosyal medya olmasaydı ne yapardık?
Aslında ‘her şey daha iyi olurdu, arkadaşlıklar, aile ilişkileri düzelirdi...’ gibi cümleleri duymak için sormadım bu soruyu!
Amacım kıymetini vurgulamaktı.
İnternet ile başka şehirlerdeki, ülkelerdeki insanların görüşlerine de ulaşabiliyoruz.
Bizim gibi düşünenleri izlemenin keyfi de bir başka tabii ki.
Bu sefer bunu sağlayan bir sokak röportajının tüm sosyal medya mecralarından paylaşılması oldu.
Sık sık ekonomideki, eğitimdeki, sağlık hizmetlerindeki ve aklınıza gelen tüm alanlardaki sorunların ahlak yoksunluğu olduğunu vurguluyorum.
Meselenin, Instagram, Facebook ya da TikTok olmadığını söylüyor; bundan sonra her ne yapılırsa yapılsın sistemlerin düzeleceğine dair inancımı yitirdiğimi dile getiriyorum.
Belli bir yaş grubu gençleri suçluyor; sanki onlar kendi kendilerine duyarsızlaşmışlar, saygısızlaşmışlar gibi.
Gençler ise kendilerine hazırlanmış olan geleceği beğenmedikleri için anne babalarına mal ediyorlar durumu.
Sonuçta mutsuz muyuz?
Evet!
Kendimizi daha da kötüsüne hazırlamakla meşgul müyüz?
Evet!
Gözümüze takılan, dönüp dönüp baktığımız eğreti davranışların sorumlusu kim?
Hem hiç kimse, hem de hepimiz.
Çünkü parçası olduğumuz toplumun göz göre göre çürümesini seyrettik!
Çok net hatırlıyorum…
Konuyla ilgili yazdıklarım ve söylediklerim çoğu kişi tarafından beğenilmemiş, ‘karamsar’lık olarak değerlendirilmişti.
Ancak geldiğimiz noktada bana benzer sitemde bulunan öğretmen arkadaşım:
“Öğrencilerle baş edemiyorum. ‘Dur, yapma’ diyorum. ‘Sen kimsin?’ diye cevap veriyorlar. Biz saygılı son nesilmişiz. Utanırdık! Öğretmenimize bırakın cevap vermeyi, arkadaşımız acaba kırıldı mı diye de kaygılanırdık” demişti geçenlerde.
Ailelerin çocuklarına terbiye vermediğini de vurgulamıştı.
Bunu tespit edebilmek mümkün mü?
Belki aileler de okullardaki düzenden şikâyetçi.
Çocuklarının okula gitmeye başladıktan sonra davranış bozuklukları geliştirdiğini, küçücük yaşta sırasında oturan çocuk tarafından mobbinge uğradığını belirten veliler de var.
Mobbing!
Yanlış okumadınız.
Adı her ne olursa; akran zorbalığı, şiddeti vb…
Sonuçta bireyler arasında bir yok etme enerjisi var.
İş yerinde, trafikte, banka kuyruğunda…
Kıyasıya bir mücadele hâli.
En çok da kendi kendimizle savaş halindeyiz.
‘Nasıl düzelecek işler?’ diye her an söylenmekte, dert edinmekteyiz.
Peki, aynı anda hepimiz şikâyetçiysek birbirimizden, kimdir bize bu kötülüğü reva gören?
Instagram’da önce dikkat etmeden sonra her anını birkaç kez dinlediğim sokak röportajı sayesinde ‘toplumsal çürüme’ kavramı artık herkesin dilinde!
Mikrofona söyledikleriyle, ben ve benim gibi düşünenlere tercüman olan ve sonrasında akademisyen olduğu anlaşılan Dr. Zeliha Burtek’in konuşması şöyle:
“Dünya tarihi iktisadi olarak her zaman toparlandı. Bir sürü krizler görüldü. Ekonomi her zaman toparlanır, kapital kendini yok etmez ama sosyal çürümeyi düzeltemezsiniz. Şu anda Türkiye'de sosyal çürüme var. Bunun düzelmesi çok zor, dönüşü olmayan bir yerdeyiz!”
Burtek, sosyal çürümeyi ise; “Sosyal çürüme, etik denen şeyin yok olmasıdır. Etik ise, yaşam felsefesi demektir. Türkiye'de yaşam felsefesi kalmadı. Yani şöyle bir şey söyleyeyim, Türk edebiyatını, Türk sinemasını, Türk tiyatrosunu düşünün. Edebiyatta, tiyatroda, sanatta hiçbir şekilde yazında ve düşün de hiçbir zaman için göçmen kültürü, mülteci kültürü ya da mafya, kara para aklama gibi kavramlar olmazdı. Ama biz yavaş yavaş kültürel anlamda ortaya çıkacak yapıtlarda bu kavramlarla karşılaşmaya başlayacağız. Sosyal çürüme bu demek, başka bir toplum olduk. Biz Güney Amerika ülkesi değildik ama Güney Amerika ülkesi olmaya başladık. Çok tuhaf değil mi?” sözleriyle tanımladı.
Videoya gelen yüzlerce yorum arasında ise çok değişik, can sıkıcı ifadeler var.
Bazıları ‘kesinlikle katılıyorum’ diyerek destekleyici ifadeler kullanırken, bir kesim ise eleştirinin dozunu kaçırıyor, karalıyor, hakaret ediyor.
Hatta ‘bu kadın ülkeye düşman’ yazanlar mevcut.
Kimse kimsenin görüşüne katılmak zorunda değil ama karşıt görüşleri hakaret ederek susturmaya çalışmak tam da toplumsal çürümenin kanıtı niteliğinde…