Her yeni güne farkındalık oluşturulması adına farklı misyonlar eklenmiş durumda.
Dernekler, STK’lar ve siyasi partiler de hiçbirini unutmuyor; toplumu harekete geçirebilmek için etkinlikler düzenliyor.
Bazılarına katılım sağlasak bile hepsine yetişebilmemiz mümkün değil.
Ancak 19 Kasım Dünya Kadın Girişimciler Günü’nü atlamaya niyetim yok!
Türkiye’de ‘girişimcilik’ kültürü zaten henüz tam olarak idrak edilememişken, ‘kadın girişimci’ kavramı ütopya gibi algılanıyor.
Şöyle bir düşünelim…
Kendi çocuklarınıza ya da çevrenize vermiş olduğunuz mesleki nasihatleri gözden geçirin.
Sanmıyorum ki aralarında:
“Bir dükkân aç.
Yurt dışından getireceğin ürünleri pazarla.
Yeni bir marka oluştur.
İnovasyona odaklan…” gibi cümleler çoğunlukta olsun.
Tanıdık algıyı gözden geçirelim:
“KPSS’ye çalış, muhakkak memur ol; hayatın ancak böyle kurtulur!”
Amiyane tabirle: “Kapağı devlete at!”
Dünya görüşü bu olan bir toplumun yetiştirdiği çocuklardan ise yazılımcı, girişimci olmaları ve Türkiye’yi bir üst kulvara taşımaları isteniyor.
İyi, güzel ama nasıl?
***
Bazı yetkili isimler girişimciliğin aynı liderlik gibi doğuştan getirilen bir yeti olduğunu savunurken, bazıları da sonradan öğrenilebileceğini iddia ediyor.
Ben kurslarla, derslerle, kitaplarla girişimci olunabileceğine inanmıyorum!
Eğer insanın ruhunda bu yoksa istediğiniz kadar kavramları tanıtın, kuralları sıralayın; teoriden öteye gidemez süreç.
Yetiştirilme tarzının da etkisiyle zaten risk almaktan kaçınıyor, korkuyoruz.
Ülke ekonomisine bakıp da herhangi bir iş kurmak büyük cesaret gerektiriyor.
Başarabilenler sabit gelirin kölesi olmaktan kurtuluyor; kendilerini dünyaya entegre edebiliyor.
Onlara özenirken; girişimci olamayanlar ‘ne alıp-satarsak kazanırız’ diye değişik hesaplamalar yapmak, sohbetlerdeki âdetimiz sadece.
Bu nedenle böyle bir iklimde yetişmiş ve büyük uğraşlar sonucu girişimci olmayı başaran tüm kadınlarla gurur duyuyor; 19 Kasım Dünya Kadın Girişimciler Günü’nü kutluyorum.
***
Tabii tarihte kadınlara iş dünyasında olmanın yolunu açan cesur insanlara da değinmek gerek.
Onlardan biri Rebecca Lukens.
Kimya alanında öğretim görmüş bir kadın olarak Lukens, aile mirası olan ‘Brandywine Iron Works and Nail Factory’ isimli fabrikanın yönetimini üstleniyor.
O, Amerika’nın ilk kadın CEO’su olarak anılıyor ve dönemin başarılı iş kadınları arasında yer alıyor.
‘AryaWomen’ sayfasında Lukens’in yaşam hikâyesi ise şöyle aktarılıyor:
“1825 itibariyle babası ve eşi ölen Rebecca, iflasın eşiğindeki şirketi ülkenin ana kazan levhası üreticisi yaparak iflastan kurtardı. Çelik fabrikasını büyük bir ikon hâline getirdi.
Bu süreçte şirket, üretilen ilk demiryolu lokomotiflerinden bir kısmını kullanılması için İngiltere’ye satış yaparak büyük bir adım daha atmış oldu. Rebecca 1847’de emekli oldu sonrasında şirketin devamlılığı bir süre kendi kızı ve oğlu yürütücülüğünde sağlandı.
Rebecca Lukens sanayi sektöründe kadınların yerinin olabileceğinin ve büyük başarılara ulaşabileceğinin imkânlı olduğunu, toplum algısını yıkma adımlarıyla göstererek kadınların nazik ve kırılgan yapılara sahip olduğu düşüncesine bambaşka bakış açıları getirme yolunda büyük bir adımı atmış oldu.
1900’lerde daha ilerici bir düşünce tarzı ve feminizmin yükselişi ile birlikte kadın girişimciler kabul gören bir terim olmaya başladı.
Hâlâ kabul görme ve inanç kazanma noktasında büyük çabalar sarf edilirken, bu girişim o dönem için önemli bir gelişmeydi.
Dönemin kadın girişimcileri genellikle kadınlara yönelik hizmet sektörlerinde yer almayı tercih ediyorlardı.
Tekstil endüstrisinin patlaması ve demiryolu, telgraf sisteminin gelişmesiyle birlikte Madame CJ Walker gibi isimler karşımıza çıktı ve kadın girişimlerinin dünyada ses getirecek markalara dönüşümünün kanıtı niteliğinde olan gelişmeler yaşandı…”
***
Elbette hem dünyada hem ülkemizde çok sayıda örnek var.
İsteğimiz bunu da daha da arttırmak; makûs talihimizi yenmek…