GDO ve nişasta bazlı şekerlerin; kanser, kısırlık, obezite, siroz gibi hastalıkları ortaya çıkardığını belirten uzman Doktor Mete Ekşioğlu, "Önlem alınmazsa gelecek nesiller hastane kapılarında büyüyecek" dedi.
Haber Giriş Tarihi: 19.02.2018 08:25
Haber Güncellenme Tarihi: 19.02.2018 08:25
Kaynak:
Haber Merkezi
https://www.yenidonem.com.tr/
TURGAY AKBULUT
Teknoloji ve üretim çılgınlığının yaşandığı çağımızda insanlar da birer makineye döndü. Görevi üretmek ve tüketmek olan makineler. Sorgulamayan, düşünmeyen, eleştirmeyen... Çoğu kez; "Bu insanlara gres yağı mı içiriyorlar?" diye düşünmeden edemiyorum. Sahi bu insanlar ne yiyip ne içiyor? Köyleri boşalan, tarlaları ekilmeyen, ağaçları kesilen, bostanları kuruyan bu insanlar ne yiyor? Çok değil 20 sene önce yaylada keçileri kovalar, yakaladığımızdan süt sağar hemen oracıkta içerdik. Bahçede vişne, elma, erik ağaçları... Ekmek, has Anadolu buğdayından un ile tandırda pişirilirdi. Peynir, yoğurt kendi hayvanlarından elde ettiğin süt ile yapılırdı. Tavuklar köyde dolanır çoğu kez bir çalı dibine yumurtlardılar. Kurban bayramları olmasa şehirli çocuklar keçiyi, koyunu, danayı şimdi nerede görecek. Hayvanat bahçesinde aslan, kaplan hatta timsah görüp de keçiyi bilmeyen çocuklar var bu ülkede. Peyniri, domatesi, elması, sütü marketten gelen çocuklar...
DEĞİŞEN YAŞAMLAR
Geçim kaygısı, hayat telaşı derken gözden kaçırdığımız onca şey arasında belki de en önemlisi; ne yediğimiz değil mi? İki vardiya arasındaki tost, beslenme çantasına sokuşturulan çikolata, evde yemek olmadığı için dışardan söylenen pizza, alışveriş merkezlerinde kuyruğuna girilen hamburgerler... Yediğimiz hangi gıdayı sorguladık? Kanser vakaları bu kadar artmışken, sokakta gördüğümüz 4 kişiden 1'i obezken, on binlerce kişi organ nakli için sıra beklerken, 'Ben ne yiyorum?' diye kendine soran oldu mu? GDO'lu ürünler ve nişasta bazlı şekerlerin size yapabilecekleri ile ilgili bir fikriniz var mı? Ya da ne yiyip içeceğinize gerçekten siz mi karar veriyorsunuz? Ne yazık ki ülkemiz gıda güvenliğinde çok geri kalmış durumda. Televizyon programlarında meseleyi magazinleştirmekten öteye gidemedik...
ÇARPICI TESPİTLER
Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu'nun, 'Nişasta Bazlı Şekerler' ile ilgili hazırladığı rapor basına sızınca soluğu Uzman Dr. Mete Ekşioğlu'nun yanında aldım. Ekşioğlu, obezite ve beslenme bozukluğu konusunda sayılı isimlerinden. Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde sempozyumlara katılmış, uluslararası kongrelerde çalışmaları yayınlanmış. Uzman doktorluğu bir yana, Ekşioğlu 'gıda' konusunda kendini mesleğinden birkaç gömlek daha yukarı taşıyacak kadar araştırmış, sorgulamış ve okumuş. Hem Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu'nun raporunu hem de gıda konusunda aklıma takılan her şeyi sordum Ekşioğlu'na. O da sözünü esirgemeden, herkesin anlayabileceği dilden cevaplar verdi.
Kıymetli hocam; insanlar geçmişe göre hayatı çok hızlı ve yoğun yaşıyor. Etrafımızda sürekli bir koşturmaca var. Kadın erkek herkes çalışıyor. Evlerde sıcak yemek pişmiyor. Bu temponun içinde insanlar ne bulursa onu yiyor. Bu beslenme alışkanlığını nasıl değerlendiriyorsunuz?
"Bu konuya girerken en önemli şey besin maddesinin ne olup ne olmadığını belirlemektir. Her gıda besin maddesi midir mesela? Besin maddesi; organizmamızın metabolik faaliyetlerini sürdürebilmesi için gerekli olan maddelerdir. Bir gıdaya besin denebilmesi için ise 4 özellik aranır. Bunlar; 1- Psikolojik yapımızı bozmamalı. 2-Hormon sistemimizin işleyişine olumlu katkıda bulunmalı. 3-Mide, bağırsak ve karaciğerimize dost olmalı. 4-Kanser ve mikroplar ile savaşabilmeli. Şimdi bu bilgiler üstünden ilerlemekte fayda var. Örneğin ayranın mı yoksa kolanın mı vücuda faydası var? Tabii ki ayranın. Yani kola bir gıda olabilir ama besin maddesi değildir. Besin maddesi olmayan bir şeyi tartışmaya bile gerek yok. Dönüp baktığımızda yediğimiz birçok şeyin aslında besin maddesi bile olmadığını görürüz!"
Yediklerimizin kalitesizliğinin yanı sıra bir de tehlikeleri var. Örneğin GDO ve nişasta bazlı şekerler konusunda ciddi tartışmalar yaşanıyor. Bunların zehir olduğunu savunanlar kadar 'hayır zararsızdır' diyenler de var. Ancak Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu önceki yıllardaki tutumunu değiştirerek, nişasta bazlı şekerlerin obezite, kanser, karaciğer yağlanması gibi çok sayıda hastalığa neden olduğunu belirledi. Bakanlık resmi olarak bu raporu henüz yayınlamadı ama siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Nişasta bazlı şekerler zararlı mıdır?
"Sağlıklı beslenme ve obezitenin önüne geçmek için sadece kalori hesaplamak gibi bir hata yaptık biz yıllarca. Oysa besinlerin kalorisinden daha mühim noktalar var. İşte nişasta bazlı şekerler. İnsanlar şekeri ilk olarak üzüm ve pancardan elde etti. Mısırdan şeker elde edilebileceği aklınıza gelir miydi? Ancak bu yöntemi Japonlar buldu. Mısır cenneti olan ABD ise bu yöntemi öğrendi ve elindeki mısır stokunun bir kısmını da şekere çevirerek dünyaya pazarlamaya başladı. Mısırdan elde edilen şekerle ilgili temelde 2 sorun var. Bunlar; öncelikle mısırdan doğal yollarla şeker elde edilemez. Arada kimyasal işlemler var. Bu işlemler insan sağlığı için risktir. İkinci olarak ise kullanılan mısırın kendisi riskli. O mısırların nasıl üretildiği, içinde GDO olup olmadığı konusu muamma."
Hocam; nişasta bazlı şekerin, pancardan elde edilen şekerden farkı nedir? İki maddeye de 'şeker' diyoruz. Vücudumuz bu maddelere farklı tepkiler mi veriyor?
"Fazla tüketilen tüm şekerler zararlıdır. Ancak yüksek glikoz ve früktozlu mısır şurupları tam anlamıyla zehirdir. Nişasta bazlı şekerde bulunan glikoz ve früktoz monomer haldedir. Yani bağları serbesttir. Bu nedenle çok hızlı şekilde sindirilmeden kana karışır. Oysa çay şekeri diyebileceğimiz sükrozda, glikoz ve früktoz bağlıdır. Bunlar kana karışmadan önce sindirime uğrar. Karaciğer günde 15 gram früktozu kullanabilir. Ancak yarım litre kolada dahi bunun kat kat fazlası var. Kullanılamayan früktoz yağ asidine çevrilir. Bu da karaciğer yağlanması demek."
Karaciğer yağlanmasının insan için riski nedir? Karaciğer yağlanması dışında nişasta bazlı şekerlerin meydana getirdiği hastalıklar ya da tehlikeler var mıdır?
"Karaciğerin bilinen 450 görevi var. Kan yapmak, vitamin depolamak, vücuda enerji dağıtmak bunların arasındadır. Yağlanmış bir karaciğer bu görevleri yerine getiremez. Bunun ilerisi ise sirozdur. Şu an bu hastalığın bilinen bir tedavisi yok. Tek kurtuluş organ nakli. Nişasta bazlı şekerler insülin salgılanmasını engeller. Bu da tokluk hissinin kaybolmasına neden olur. Yer yer ancak doymazsınız. Bunun sonu ise obezitedir. Gut hastalığı, kanser... Bakın şurası da ilginç; bu nişasta bazlı şekerler sofra şekerine göre çok çok daha tatlı. Çocuklar bunlara alıştı mı başka şeker de tüketmek istemiyor. Çünkü o yoğun tadı alamıyor."
GDO ve nişasta bazlı şekerler hakkında 'zararsızdır' diyen bir kesim var. Bazıları da bunlar hakkında yeterince araştırma olmadığını bu nedenle peşinen bir şey söylenemeyeceğini savunuyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
"Zararsız diyenlerin başka hesabı vardır. GDO konusunda dünyada çok önemli bilim insanları tarafından yapılmış araştırmalar var. Fransız GDO karşıtı çiftçilerin lideri JOSE Bove, GDO için 'insanla keçinin evlendirilmesi' tabirini kullanmıştır. İskoçya Rowett Enstitüsü'nden Dr. Arpad Pusztai, genetiği değiştirilmiş patates ile beslediği farelerin tümünün iç organlarında küçülme, sindirim sistemlerinde bozukluk, bağışıklık sistemlerinde çökme, kan yapılarında bozulma ve mide çeperlerinde kalınlaşma tespit etti. Bu araştırmanın ardından bilim adamı Rowett ve aynı üniversitede görev yapan eşi kurumdan atıldı. Rus bilim insanı Irina Ermakova GDO'lu soya ile beslenen farelerin yavrularının yüzde 55,6'sının doğumdan 3 hafta sonra öldüğünü belirledi. Normal soya ile beslenen farelerde bu oran yüzde 6,8'di. Avusturya Viyana Üniversitesi'nde yapılan çalışmada GDO'lu ürünlerle beslenen farelerin 3-4 nesil sonra üreme yeteneklerini kaybettiği görüldü. Yani yeteri kadar araştırma var."
Peki hocam; GDO, nişasta bazlı şekerler... Bunların kullanım yaygınlığını da göz önüne alırsak bizi nasıl bir gelecek bekliyor? Bundan 50 yıl sonra hastalıklı bir toplum haline mi döneceğiz?
"Bakın eskiden her mahallede bir tane 'çiko' olurdu. Şimdi her yer 'çiko' doldu. Çocuklarımız aşırı kilolu. Obezite giderek yaygınlaşıyor. Yine bundan 20 yıl önce falan koca ülkede birkaç adet tüp bebek merkezi vardı. Şimdi her köşe başında bu merkezlerden var. Üstelik buraya başvuran kişilerin yaşları 22-24... 1975'te yüzde 2 olan kısırlık oranı 2005'te yüzde 15'e, 2009'da ise yüzde 25'lere çıkmıştır. Şu an ise bu oranın yüzde 35'lere tırmandığı tahmin ediliyor. 1974'te, 1 milimetreküpte 125 milyon sperm taşıyan erkeklerde bu sayı 25 milyonlara kadar düştü. Türkiye İstatistik Kurumu'na göre 2000-2008 yılları arasında 25 yaş altı nüfus 2 milyon 889 bin 467 kişi azalmıştır. Çevrenize bir bakın, yeni çocuklarda hep bir sağlık sorunu var. Korkarım ki GDO ve nişasta bazlı şekerlere bir önlem alınmazsa sonumuz felaket olacak. Hastane kapılarından ayrılamayan bir millete dönüşeceğiz. Büyük bilim insanı Dr. Weston Price ömrünü toplumların beslenmesini incelemeye adamış bir hekimdir. Price; Eskimoları, Alp Dağları köylülerini, Kızılderilileri, Afrika yerlilerini incelemiş. 30 yıllık inceleme sürecinin ardından kaleme aldığı kitabında özetle diyor ki Price; "Doğal gıdalar ile beslenmeyen topluluklar hem bedensel hem de ruhsal olarak çökerler."
GDO ve nişasta bazlı şeker üreticilerine bakınca tamamı dünya devi... Arkalarında çok güçlü sermaye grupları var ve bu grupların uluslararası siyasi bağlantıları da oldukça derin. Toplumun GDO ve mısır şurubu konusunda farkındalık sahibi olmadığı da ortada. Eldeki veriler ışığında her şey toplumun aleyhine duruyor. Peki nasıl yapacağız, insanları nasıl bilinçlendireceğiz?
"Bugün früktozun olmadığı gıda yok gibi. Kola, dondurma, çikolata, tatlı... Bu madde normal şekere göre çok çok ucuz. Bu nedenle gıda sanayisinde de bolca kullanılıyor. Dedelerimiz ayran içerdi çocuklarımız cappuccino içiyor. Dedelerimiz halis yağlar ile yapılmış tencere yemekleri yerdi, çocuklarımız burgerlerin yanında kızarmış patates ve asitli kola... Öncelikle beslenme şekillerinin değiştirilmesi çok önemli. Burada en büyük görev devlete düşüyor. Ancak burada öyle büyük sermaye grupları var ki... Hükümet yıkabilecek güçteler. Bunlarla mücadele sanıldığı kadar da kolay değil. Toplumun bilinçlenmesi, ne yediğini sorgulaması ve GDO'lu, mısır şuruplu ürünlerden uzak durması tek çare gibi. Şu an yapılabilecek en doğru şey bu. İnsanlar en azından yedikleri şeylerin kendilerine neler yapabileceğini öğrenmeli. Tercihini de buna göre yapmalı. Şunu hiç unutmamalıyız! Hücrelerimiz binlerce yıldır sadece doğal gıdaları tanıdı ve bunlara uyum sağladı. Bu uyum bozulursa vücut işleyişimiz de bozulur ve hastalıklar ortaya çıkar."
KOTALAR ARTIYOR!
Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu hazırladığı raporda nişasta bazlı şekerlerin; kanser, gut, obezite, karaciğer yağlanması yaptığını belirtti. Rapor henüz kamuoyuna açıklanmayı bekliyor. Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu önceki yıllarda yayınladığı raporlarda nişasta bazlı şekerlerin ve GDO'lu ürünlerin zararları konusunda bir kanıt olmadığını savunuyordu. Türkiye'de nişasta bazlı şekerlere tanınan kota yüzde 10. Bu miktarın yüzde 82'sini ABD'nin küresel şirketi Cargill ve Amylum kullanıyor. Türkiye'de ihtiyaç duyulmamasına rağmen 2017 hariç son 16 yılda NBŞ kotaları düzenli olarak artırıldı.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Besin değil ölüm makineleri!
GDO ve nişasta bazlı şekerlerin; kanser, kısırlık, obezite, siroz gibi hastalıkları ortaya çıkardığını belirten uzman Doktor Mete Ekşioğlu, "Önlem alınmazsa gelecek nesiller hastane kapılarında büyüyecek" dedi.
TURGAY AKBULUT
Teknoloji ve üretim çılgınlığının yaşandığı çağımızda insanlar da birer makineye döndü. Görevi üretmek ve tüketmek olan makineler. Sorgulamayan, düşünmeyen, eleştirmeyen... Çoğu kez; "Bu insanlara gres yağı mı içiriyorlar?" diye düşünmeden edemiyorum. Sahi bu insanlar ne yiyip ne içiyor? Köyleri boşalan, tarlaları ekilmeyen, ağaçları kesilen, bostanları kuruyan bu insanlar ne yiyor? Çok değil 20 sene önce yaylada keçileri kovalar, yakaladığımızdan süt sağar hemen oracıkta içerdik. Bahçede vişne, elma, erik ağaçları... Ekmek, has Anadolu buğdayından un ile tandırda pişirilirdi. Peynir, yoğurt kendi hayvanlarından elde ettiğin süt ile yapılırdı. Tavuklar köyde dolanır çoğu kez bir çalı dibine yumurtlardılar. Kurban bayramları olmasa şehirli çocuklar keçiyi, koyunu, danayı şimdi nerede görecek. Hayvanat bahçesinde aslan, kaplan hatta timsah görüp de keçiyi bilmeyen çocuklar var bu ülkede. Peyniri, domatesi, elması, sütü marketten gelen çocuklar...
DEĞİŞEN YAŞAMLAR
Geçim kaygısı, hayat telaşı derken gözden kaçırdığımız onca şey arasında belki de en önemlisi; ne yediğimiz değil mi? İki vardiya arasındaki tost, beslenme çantasına sokuşturulan çikolata, evde yemek olmadığı için dışardan söylenen pizza, alışveriş merkezlerinde kuyruğuna girilen hamburgerler... Yediğimiz hangi gıdayı sorguladık? Kanser vakaları bu kadar artmışken, sokakta gördüğümüz 4 kişiden 1'i obezken, on binlerce kişi organ nakli için sıra beklerken, 'Ben ne yiyorum?' diye kendine soran oldu mu? GDO'lu ürünler ve nişasta bazlı şekerlerin size yapabilecekleri ile ilgili bir fikriniz var mı? Ya da ne yiyip içeceğinize gerçekten siz mi karar veriyorsunuz? Ne yazık ki ülkemiz gıda güvenliğinde çok geri kalmış durumda. Televizyon programlarında meseleyi magazinleştirmekten öteye gidemedik...
ÇARPICI TESPİTLER
Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu'nun, 'Nişasta Bazlı Şekerler' ile ilgili hazırladığı rapor basına sızınca soluğu Uzman Dr. Mete Ekşioğlu'nun yanında aldım. Ekşioğlu, obezite ve beslenme bozukluğu konusunda sayılı isimlerinden. Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde sempozyumlara katılmış, uluslararası kongrelerde çalışmaları yayınlanmış. Uzman doktorluğu bir yana, Ekşioğlu 'gıda' konusunda kendini mesleğinden birkaç gömlek daha yukarı taşıyacak kadar araştırmış, sorgulamış ve okumuş. Hem Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu'nun raporunu hem de gıda konusunda aklıma takılan her şeyi sordum Ekşioğlu'na. O da sözünü esirgemeden, herkesin anlayabileceği dilden cevaplar verdi.
Kıymetli hocam; insanlar geçmişe göre hayatı çok hızlı ve yoğun yaşıyor. Etrafımızda sürekli bir koşturmaca var. Kadın erkek herkes çalışıyor. Evlerde sıcak yemek pişmiyor. Bu temponun içinde insanlar ne bulursa onu yiyor. Bu beslenme alışkanlığını nasıl değerlendiriyorsunuz?
"Bu konuya girerken en önemli şey besin maddesinin ne olup ne olmadığını belirlemektir. Her gıda besin maddesi midir mesela? Besin maddesi; organizmamızın metabolik faaliyetlerini sürdürebilmesi için gerekli olan maddelerdir. Bir gıdaya besin denebilmesi için ise 4 özellik aranır. Bunlar; 1- Psikolojik yapımızı bozmamalı. 2-Hormon sistemimizin işleyişine olumlu katkıda bulunmalı. 3-Mide, bağırsak ve karaciğerimize dost olmalı. 4-Kanser ve mikroplar ile savaşabilmeli. Şimdi bu bilgiler üstünden ilerlemekte fayda var. Örneğin ayranın mı yoksa kolanın mı vücuda faydası var? Tabii ki ayranın. Yani kola bir gıda olabilir ama besin maddesi değildir. Besin maddesi olmayan bir şeyi tartışmaya bile gerek yok. Dönüp baktığımızda yediğimiz birçok şeyin aslında besin maddesi bile olmadığını görürüz!"
Yediklerimizin kalitesizliğinin yanı sıra bir de tehlikeleri var. Örneğin GDO ve nişasta bazlı şekerler konusunda ciddi tartışmalar yaşanıyor. Bunların zehir olduğunu savunanlar kadar 'hayır zararsızdır' diyenler de var. Ancak Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu önceki yıllardaki tutumunu değiştirerek, nişasta bazlı şekerlerin obezite, kanser, karaciğer yağlanması gibi çok sayıda hastalığa neden olduğunu belirledi. Bakanlık resmi olarak bu raporu henüz yayınlamadı ama siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Nişasta bazlı şekerler zararlı mıdır?
"Sağlıklı beslenme ve obezitenin önüne geçmek için sadece kalori hesaplamak gibi bir hata yaptık biz yıllarca. Oysa besinlerin kalorisinden daha mühim noktalar var. İşte nişasta bazlı şekerler. İnsanlar şekeri ilk olarak üzüm ve pancardan elde etti. Mısırdan şeker elde edilebileceği aklınıza gelir miydi? Ancak bu yöntemi Japonlar buldu. Mısır cenneti olan ABD ise bu yöntemi öğrendi ve elindeki mısır stokunun bir kısmını da şekere çevirerek dünyaya pazarlamaya başladı. Mısırdan elde edilen şekerle ilgili temelde 2 sorun var. Bunlar; öncelikle mısırdan doğal yollarla şeker elde edilemez. Arada kimyasal işlemler var. Bu işlemler insan sağlığı için risktir. İkinci olarak ise kullanılan mısırın kendisi riskli. O mısırların nasıl üretildiği, içinde GDO olup olmadığı konusu muamma."
Hocam; nişasta bazlı şekerin, pancardan elde edilen şekerden farkı nedir? İki maddeye de 'şeker' diyoruz. Vücudumuz bu maddelere farklı tepkiler mi veriyor?
"Fazla tüketilen tüm şekerler zararlıdır. Ancak yüksek glikoz ve früktozlu mısır şurupları tam anlamıyla zehirdir. Nişasta bazlı şekerde bulunan glikoz ve früktoz monomer haldedir. Yani bağları serbesttir. Bu nedenle çok hızlı şekilde sindirilmeden kana karışır. Oysa çay şekeri diyebileceğimiz sükrozda, glikoz ve früktoz bağlıdır. Bunlar kana karışmadan önce sindirime uğrar. Karaciğer günde 15 gram früktozu kullanabilir. Ancak yarım litre kolada dahi bunun kat kat fazlası var. Kullanılamayan früktoz yağ asidine çevrilir. Bu da karaciğer yağlanması demek."
Karaciğer yağlanmasının insan için riski nedir? Karaciğer yağlanması dışında nişasta bazlı şekerlerin meydana getirdiği hastalıklar ya da tehlikeler var mıdır?
"Karaciğerin bilinen 450 görevi var. Kan yapmak, vitamin depolamak, vücuda enerji dağıtmak bunların arasındadır. Yağlanmış bir karaciğer bu görevleri yerine getiremez. Bunun ilerisi ise sirozdur. Şu an bu hastalığın bilinen bir tedavisi yok. Tek kurtuluş organ nakli. Nişasta bazlı şekerler insülin salgılanmasını engeller. Bu da tokluk hissinin kaybolmasına neden olur. Yer yer ancak doymazsınız. Bunun sonu ise obezitedir. Gut hastalığı, kanser... Bakın şurası da ilginç; bu nişasta bazlı şekerler sofra şekerine göre çok çok daha tatlı. Çocuklar bunlara alıştı mı başka şeker de tüketmek istemiyor. Çünkü o yoğun tadı alamıyor."
GDO ve nişasta bazlı şekerler hakkında 'zararsızdır' diyen bir kesim var. Bazıları da bunlar hakkında yeterince araştırma olmadığını bu nedenle peşinen bir şey söylenemeyeceğini savunuyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
"Zararsız diyenlerin başka hesabı vardır. GDO konusunda dünyada çok önemli bilim insanları tarafından yapılmış araştırmalar var. Fransız GDO karşıtı çiftçilerin lideri JOSE Bove, GDO için 'insanla keçinin evlendirilmesi' tabirini kullanmıştır. İskoçya Rowett Enstitüsü'nden Dr. Arpad Pusztai, genetiği değiştirilmiş patates ile beslediği farelerin tümünün iç organlarında küçülme, sindirim sistemlerinde bozukluk, bağışıklık sistemlerinde çökme, kan yapılarında bozulma ve mide çeperlerinde kalınlaşma tespit etti. Bu araştırmanın ardından bilim adamı Rowett ve aynı üniversitede görev yapan eşi kurumdan atıldı. Rus bilim insanı Irina Ermakova GDO'lu soya ile beslenen farelerin yavrularının yüzde 55,6'sının doğumdan 3 hafta sonra öldüğünü belirledi. Normal soya ile beslenen farelerde bu oran yüzde 6,8'di. Avusturya Viyana Üniversitesi'nde yapılan çalışmada GDO'lu ürünlerle beslenen farelerin 3-4 nesil sonra üreme yeteneklerini kaybettiği görüldü. Yani yeteri kadar araştırma var."
Peki hocam; GDO, nişasta bazlı şekerler... Bunların kullanım yaygınlığını da göz önüne alırsak bizi nasıl bir gelecek bekliyor? Bundan 50 yıl sonra hastalıklı bir toplum haline mi döneceğiz?
"Bakın eskiden her mahallede bir tane 'çiko' olurdu. Şimdi her yer 'çiko' doldu. Çocuklarımız aşırı kilolu. Obezite giderek yaygınlaşıyor. Yine bundan 20 yıl önce falan koca ülkede birkaç adet tüp bebek merkezi vardı. Şimdi her köşe başında bu merkezlerden var. Üstelik buraya başvuran kişilerin yaşları 22-24... 1975'te yüzde 2 olan kısırlık oranı 2005'te yüzde 15'e, 2009'da ise yüzde 25'lere çıkmıştır. Şu an ise bu oranın yüzde 35'lere tırmandığı tahmin ediliyor. 1974'te, 1 milimetreküpte 125 milyon sperm taşıyan erkeklerde bu sayı 25 milyonlara kadar düştü. Türkiye İstatistik Kurumu'na göre 2000-2008 yılları arasında 25 yaş altı nüfus 2 milyon 889 bin 467 kişi azalmıştır. Çevrenize bir bakın, yeni çocuklarda hep bir sağlık sorunu var. Korkarım ki GDO ve nişasta bazlı şekerlere bir önlem alınmazsa sonumuz felaket olacak. Hastane kapılarından ayrılamayan bir millete dönüşeceğiz. Büyük bilim insanı Dr. Weston Price ömrünü toplumların beslenmesini incelemeye adamış bir hekimdir. Price; Eskimoları, Alp Dağları köylülerini, Kızılderilileri, Afrika yerlilerini incelemiş. 30 yıllık inceleme sürecinin ardından kaleme aldığı kitabında özetle diyor ki Price; "Doğal gıdalar ile beslenmeyen topluluklar hem bedensel hem de ruhsal olarak çökerler."
GDO ve nişasta bazlı şeker üreticilerine bakınca tamamı dünya devi... Arkalarında çok güçlü sermaye grupları var ve bu grupların uluslararası siyasi bağlantıları da oldukça derin. Toplumun GDO ve mısır şurubu konusunda farkındalık sahibi olmadığı da ortada. Eldeki veriler ışığında her şey toplumun aleyhine duruyor. Peki nasıl yapacağız, insanları nasıl bilinçlendireceğiz?
"Bugün früktozun olmadığı gıda yok gibi. Kola, dondurma, çikolata, tatlı... Bu madde normal şekere göre çok çok ucuz. Bu nedenle gıda sanayisinde de bolca kullanılıyor. Dedelerimiz ayran içerdi çocuklarımız cappuccino içiyor. Dedelerimiz halis yağlar ile yapılmış tencere yemekleri yerdi, çocuklarımız burgerlerin yanında kızarmış patates ve asitli kola... Öncelikle beslenme şekillerinin değiştirilmesi çok önemli. Burada en büyük görev devlete düşüyor. Ancak burada öyle büyük sermaye grupları var ki... Hükümet yıkabilecek güçteler. Bunlarla mücadele sanıldığı kadar da kolay değil. Toplumun bilinçlenmesi, ne yediğini sorgulaması ve GDO'lu, mısır şuruplu ürünlerden uzak durması tek çare gibi. Şu an yapılabilecek en doğru şey bu. İnsanlar en azından yedikleri şeylerin kendilerine neler yapabileceğini öğrenmeli. Tercihini de buna göre yapmalı. Şunu hiç unutmamalıyız! Hücrelerimiz binlerce yıldır sadece doğal gıdaları tanıdı ve bunlara uyum sağladı. Bu uyum bozulursa vücut işleyişimiz de bozulur ve hastalıklar ortaya çıkar."
KOTALAR ARTIYOR!
Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu hazırladığı raporda nişasta bazlı şekerlerin; kanser, gut, obezite, karaciğer yağlanması yaptığını belirtti. Rapor henüz kamuoyuna açıklanmayı bekliyor. Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu önceki yıllarda yayınladığı raporlarda nişasta bazlı şekerlerin ve GDO'lu ürünlerin zararları konusunda bir kanıt olmadığını savunuyordu. Türkiye'de nişasta bazlı şekerlere tanınan kota yüzde 10. Bu miktarın yüzde 82'sini ABD'nin küresel şirketi Cargill ve Amylum kullanıyor. Türkiye'de ihtiyaç duyulmamasına rağmen 2017 hariç son 16 yılda NBŞ kotaları düzenli olarak artırıldı.
En Çok Okunan Haberler
Bursa'daki yangın geceyi aydınlattı
Bursa'da bugün hava nasıl olacak?
Hemzemin geçitte faciadan dönüldü
TBMM Başkanı Kurtulmuş, Kuzey Makedonya Cumhurbaşkanı Davkova ile bir araya geldi
Gazeteci Özlem Gürses’e ev hapsi kararı
Beşiktaş’ta kötü gidişat devam ediyor
Beşiktaş taraftarı takıma tepkili!
Arnavutluk'tan TikTok adımı: 1 yıl erişime kapatılacak
Ayrıldığı nişanlısını öldüren astsubay intihar etti